20 Temmuz 2015 Pazartesi

Suruç'ta Katliam Var

Suruç'ta bugün katliam oldu!

"Kime yarıyor?" diye bi soralım.

Ben söyleyeyim. AKP'ye yarıyor.

Son günlerde Cumhurbaşkanı dilinden düşürmüyor erken seçim söylemini.

Beklenen CHP koalisyonu da öyle kolay kolay olacak gibi durmuyor. Hele bugün karşılıklı suçlamalardan sonra bahane de çoğalacak. Muhsin Kızılkaya milletin seçtiği bir vekil, yani sözcü olmasına rağmen savaç çığırtkanlığı yapar gibi "Çok kısa sürede Suriye'ye benzeyebiliriz!" diye röportaj veriyor.

AKP'nin söylediği ve yaptıklarından ben şöyle dediklerini anlıyorum:

- Bu ülkeye erken seçim gerekli. Barajı geçen diğer üç partinin ikisi zaten muhalefette kalmak istiyor. CHP de bizimle uzlaşmaktan ziyade bize bazı şeyleri dikte etmeye çalışıyor. İnsanlar bu ve önceki bombalı saldırılardan sonra daha çok korkup "istikrar" devam etsin diye bize oy verince biz bu sorunu çözeriz.

Unutulan bir nokta var:

- Ülkeyi 2002'den bu yana yöneten AKP'dir.

Yani diğer bir deyişle şimdiye kadarki AKP dış politikasının bizi getirdiği nokta ortada zaten. Yakın zamana kadar insanların kafasını kesip youtube'da yayınlatan bir örgütün terör estirdiğini kabul etmeyen, sonradan da adamların kendine verdiği adı bırakıp kendine yakın medya organlarında IŞİD yerine DAEŞ dedirten bir partidir AKP. IŞİD'e DAEŞ deyince birşey değişiyor mu? IŞİD ya da DAEŞ yine bizi bize kırdırarak çalışmalarına devam ediyor.

Memleketin her yerine savrulmuş resmi olmayan bilgilere göre üç milyonu aşkın Suriyeli insan da sorunun aslında merkezinde ama pek konuşulmayan bir yanı.

Evet, Muhsin Kızılkaya'nın dediği doğru çıkabilir. HSBC bu yüzden Türkiye'den çıkıyor. Tabii haberde bahsedilen aynı neden değil ama onu da yakında göreceğiz. Türkiye gibi devasa bir pazardan çıkması için çok sağlam istihbaratının olması lazım.

Yazdıklarımdan doğrudan AKP suçlaması anlaşılabilir fakat biraz daha dikkat edilirse daha çok herkesin bildiği bilgiden çıkarımla olacağı görülebilir. Umarım öngörüm gerçekleşmez ve bu ülke insanı, erken seçim olsa dahi, doğru kararı verir! Doğru kararın ne olduğunu ise sadece zaman gösterebilir.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Yasama Yürütme ve Yargı


İlkokula gittiğim zamanlarda Sosyal Bilgiler dersinde ilk öğrenmiştik kuvvetler ayrılığı ilkesini. Buna göre Yasama, Yürütme ve Yargı diye üç ayrı kola ayrılmıştı kuvvetler. Yasama organı meclis idi. Yani TBMM. Yürütme organı güvenoyu almış hükümetti. Yargı ise bağımsız mahkemeler idi.

Yasama organı meclis ve bu meclisin başkanı dün ve bugün seçilmeye çalışılıyor. Partiler kendi adaylarını çıkarıp ilk iki turda da kendi adaylarına oy veriyorlar. Genel kabul gibi oldu bu durum. Üçüncü ve dördüncü turlarda ise partiler belirledikleri strateji ile yola devam ediyorlar.

Ben ilkokula giderken milletvekillerinden birilerinin aday olduğu ve sonra da meclisin bu adayları oyladığı şeklinde öğrenmiştim bu konuyu. Partilerin kendi adaylarını göstermesi son senelerde önümüze çıkan bir durum. Aslında bunun ne siyasi ahlâk ne de siyasi etik ile uzaktan yakından ilgisi yok. Yasal olarak da doğru değil. Anayasanın 94. maddesi bunu açıkça ifade etmiş:

- Siyasi parti grupları başkanlık için aday gösteremezler.

Çok basit bir nedeni var bunun: Yasama ayrı bir kurumdur. İçinde siyasi partileri barındırsa da meclis bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Onu oluşturan partiler dışında yani. En azından başkanlık seçimi sırasında. Burada tüm partiler, her ne kadar halen daha darbe dönemi 1982 anayasası yürürlükte olsa da, bu memleketin anayasasını çiğneyerek kendi adaylarını aday gösterebiliyorlar. Hem de bu öyle gizli saklı değil, gayet herkesin, kamunun gözü önünde tüm kitle iletişim organlarında bangır bangır bağrılarak yapılıyor. Köşe yazarları sürekli yazılar yazarak çeşitli senaryoları konuşuyor.

Çeşitli defalar arkadaşlarımla konuşmalarımda Avrupa'da yaşamaktan söz edince "Orada kuralları ihlal edince çok ağır cezalar veriyorlar." diye tepkiler almıştım. Kurallar zaten hayatın düzeni için gerekli olduğu mantığı bizim memleketimiz için geçerli olmadığından sanırım bizim siyasi partilerimiz de aynı mantıkla hareket ediyorlar. Kafa doğrudan kuralları ihlal etmeye yönelik çalışıyor. Problemli olan yer burası.

Olması gereken belki de Cumhuriyet Başsavcısının ortaya çıkarak tüm partiler aleyhinde Anayasa'yı ihlal iddiası ile dava açmasıdır. Çünkü yukarıda dediğim gibi, Anayasa yasaklıyor partilerin aday göstermesini. Tüm partiler de bu suçu işliyor.

Yazıya başlarken kuvvetler ayrılığından ve bu kuvvetlerin Yasama, Yürütme ve Yargı olduğundan başlamıştım. Yasama'yı, yani meclisi partilere indirgerseniz sonuçta tek parti ya da anlaşan güçlü bir koalisyon durumunda Yasama=Yürütme olur. Bu durum da kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Karşısında sadece 'bağımsız mahkemeler' olarak Yargı kalır. Yargı'yı da HSYK gibi kurumlarla ve buralara siyasi etkiyle sakat bırakırsanız kuvvetler ayrılığı sadece teknik bir terimden ibaret kalır.

Devlet protokolü'ne bakılınca en başta Cumhurbaşkanı, sonrasında TBMM Başkanı, daha sonra ise Başbakan olduğu görülür. Yani devler hiyerarşisinde dahi Yasama'nın başı ve Yürütme'nin başı ayrı kişiler olarak Yasama'nın başındaki meclis başkanı daha üstte olacak şekilde dizilirler.Yani demem o ki, meclis başkanlığı seçimi Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra en önemli seçimdir. Gereken özenin gösterilerek konuya yeterli önemin verilmesi bu yüzden çok önemlidir.

En azından bir partinin bu gidişata karşı dik durarak mücadele etmesi gerekiyor. Başka türlü bu gidişten çıkılması mümkün değil.

Görsel: http://images.slideplayer.biz.tr/9/2616379/slides/slide_56.jpg