3 Eylül 2015 Perşembe

Kınıyorum! Yok yok, Lanetliyorum!

O kadar kolay ki kınamak. Ya da lanetlemek. Ya da her ikisi de.

Google'da aratınca 631.000 sonuç çıkıyor. Tek kelime: Kınıyorum.

Lanetliyorum ise 1.030.000 sonuç veriyor.

Yani seviyoruz kınamayı da, lanetlemeyi de.

Habire bu lafları duyuyorum son dönemde. Herkes kınıyor. Herkes lanetliyor. Peki sonuç?

İnsan işin içinde olunca herşey siyah-beyaz olmuyor. Arada grinin de değil elli tonu, ellibin tonu oluyor. Ben biraz daha düz bakıyorum olaya. Kınamak/lanetlemek bir işe yarıyor mu?

Şimdiye kadar kınananın, ya da lanetlenenin yaptığını yapmasını engellemişliği var mıdır? Bir öğrenciye kınama cezası verirsiniz. O öğrenci bir daha da benzer bir hata işlemez. Çünkü ikinci defada okulda atılma ihtimali dahi vardır. Hayatını, geleceğini riske atmak istemez. Fakat bir kuruma, hele de insan öldüren, silahlı eylem yapanlara, kimi zaman kitlesel katliam yapanlara karşı kınamak ya da lanetlemek sinek vızıltısından başka bir etki yapmaz. Sorunu çözmez yani.

Hedef sorunu çözmek olmalı. Boş boş kınamak ya lanetlemek değil.

Birleşmiş Milletler'in bir toplantısında bir grup delegenin bulunduğu ortamda garson herkese bardak içinde kola getirir. Tesadüf bu ya, hepsinin içinden sinek çıkar.
Alman sineği çıkarıp kolasını içmeye devam eder.
İngiliz hemen yeni bir kola sipariş eder. Elindekini iade eder.
Yahudi sineği Çinli'ye, kolayı ise Rus'a satar. Yeni kola ister.
Fransız kola yerine ücretsiz olarak şarap verilmesini ister ve alır.
ABDli dava açıp 1 milyon dolar tazminat kazanır.
Taylandlı sineği önce yiyip üstüne kolasını içer.
Türk delege ise ''kınıyorum'' der.

Herkes bir çözüm bulurken biz nedense kınamayı tercih ederiz. Böylece insanlar ölmeye devam eder. Biz yerimizde sayarız. Dünya ilerlerken biz Koreli'nin ürettiği cep telefonumuzla, Fransızın tasarladığı, Bangladeşli'nin ürettiği gömleğimizle, neredeyse tamamı yurtdışından ithal parçalar kullanılarak sadece montajını yaptığımız telefona ''yerli'' diyerek övünmeye devam ederiz. İnsanlar ölür, biz ''niye terörist demedi?'' diye dışlarız insanları.

Kınamak tabii ki lazımdır. Asıl mesele sadece kınamakla ve aynı hataları tekrar etmekle sorunun çözülmediğini bilmek. Ölenin, ne yazık ki, öldüğüyle kalması. Kalanların ise onların sırtından siyaset yapması!

İnsanlar, yanısıra insanlık da ölmeye devam eder bu sırada.. 

İnsanlığın İleri Gidişinin Sonu

Dün hemen hemen bütün gazetelerde, haber sitelerinde ve sosyal medyada dolanan birkaç fotoğraf vardı. Bir çocuğa ait. Yüzüstü uzanmış bir çocuk. Aslında uzanmamış, ölmüş bir çocuk. Denizde ölmekle kalmamış, kıyıya vurmuş zayıf ve cansız bedeni. Ailesinin ölümden kaçışının onu götürdüğü yer de ölüm olmuş. Bombalarla, kurşunlarla, işkenceden geçirilerek değil belki. Yine de ölüm bulmuş onu. Denizin ortasında. Sonra da kıyıya vurmuş cesedini zavallının. Gerçi o çocuk değil burada zavallı olan, biziz! Bizleriz zavallı olanlar. Bir çocuk ''daha iyi hayata'' gitmeye çalışırken, içinde bulunduğu tekne batıyor ve ölüyor bu çocuk.

Böyle bir sahnenin etkilemeyeceği insan var mıdır acaba? Bugün okuduğum, tarihin en cani insanlarından birini belki etkilemeyebilir ama benim tanıdığım herkesi etkiledi, ben dahil. Hem de derinden sarstı. Ayağımın altındaki toprak sarsıldı sanki. Yer yarılsa da, içine girsem. Girsem de görmesem o görüntüyü. Hiç tanımadığım bir çocuk. Bir insan. Öldü dün. Asıl üzen neyi peki beni? Bir insanın ölmesi miydi?Yoksa bir çocuğun ölmesi mi? Hem de ne uğruna? Daha iyi hayat uğruna.

Bir Ezidi kadının dramını okumuştum. IŞİD kadına öyle şeyler yapmış, yaptırmış ki, kadın hiç durmadan dünyanın öteki ucuna kadar kaçsa dahi o kendisine yapılanlar yakasını bırakmayacaklar gibi hissediyordu. Edirne'ye kadar gelmiş olmasına, onlardan neredeyse 2.000km uzaklaşmış olmasına rağmen güvende hissetmiyordu kendisini. Daha iyi bir hayat, insanca hayat uğruna gidiyordu.

Bugün ise hayat devam ediyor. Yine aynı şekilde hem de. Ölmesinin etkisi geçti bile. Suriye'deki savaşın öldürdüğü binlerce çocuktan biriydi o çocuk. Diğerlerinden farkı denizde ölmüş olması ve cesedinin kıyıya vurmasıydı. Yorumlar geldi, ''İngiliz, Fransız çocuk ols dünya ayağa kalkardı.'' diyenler oldu. İnsanlar heyecanlandı ve öfkelendi. Ama o öfkeleri hep saman alevi misali. Bir anda parlayıp bir an sonra yok oldu. Gitti.

1-2 seneye kadar Mars'a insanlı yolculuğun başlayağı düşünülüyor. Nasa'nın Voyager uzay mekiği Güneş Sistemi'nin sonunda, en uzakta bulunan Pluto'nun kalbe benzer kraterlerinin olduğu bir fotoğrafı paylaşıyor. Güneş Sistemi'nin dışına çıkıyor insanoğlu. Uzayın derinliklerini keşfetmeye devam ediyor. Samsung, LG, Apple, Sony gibi firmalar otomatiğe bağlamış gibi her sene en az bir ''amiral gemisi'' telefon çıkarıyor. Ülkemiz bir insanın kaprisi, isteği yüzünden 2 milyar lirayı aşkın bir bütçe ile seçime gidiyor. Doğu ve özellikle de Güneydoğu'da sivil halk sokaklarda polis ve asker ile çatışıyor. Her gün sivil kayıpların haberleri geliyor.

Bir yandan insanlık ilerlerken
diğer yandan da gerisin geri uzaklaşıyor o ileriden.
Geriye gidiyor.
Bir çocuk ölüyor.
Biz bakıyoruz.
Sonra, biz ölüyoruz.
Ruhumuz ölüyor.
İnsanlık ölüyor.
Biz,
Biz bakıyoruz.
Ruhumuz ölü.